Paralel toplumlar |
Yazar Yavuz ALOGAN-Aydınlık | |
Pazar, 13 Mart 2016 | |
1990’ların başında caminin Konferans Salonu’nda Saidi Nursi’yi anma, ardından Kutlu Doğum Haftası günleri düzenleniyordu. Çeşitli illerden gelen yüzlerce otobüs çevre sokaklara doluşurdu. Bir ara Aczimendi’ler ortaya çıktı; örgülü saçları, boncuklu sakalları, sarıkları, asaları ve cüppeleriyle çevrede dolaşırlardı. Annem hayatının son günlerinde bütün bu değişimi, uzun kahverengi hırkası üzerinde, balkon demirlerine yaslanarak izledi. Gördüklerine bir anlam veremiyordu. Benim “Marksist açıdan” yaptığım açıklamalar da pek aydınlatıcı olmadı herhalde. Hiçbir zaman başörtüsünü özgürlük, tarikatları ise demokrasinin vazgeçilmez unsurları sanacak kadar aptallaşmadım. Gericilik bana geçici görünüyordu. 1990’ların başında “Çankaya’nın şişmanı”na karşı yükselen işçi hareketi yeni bir dönemi başlatacaktı. Turgut Özal’ın takunyalı neo-liberalizm dönemi geçip gitti. Erbakan, Başbakan olmuştu. 28 Şubat’ın CIA marifetiyle kesintiye uğratılması gerici bünyede bir bağışıklık yarattı. Güç toplamaya başladıkları görülüyordu. İşte o sırada işin ciddiyetini kavramaya başladım. Fakat Demirel’in deyimiyle, “Turpun büyüğü heybede” idi. Eşbaşkan, yanına emperyal siyasi komiser olarak verilen Fethullah’la sarmaş dolaş iktidarı ele geçirdiğinde yeni bir dönem başladı. Gericiliğe direnme çabalarının bundan sonraki seyrini değerlendirmek için henüz erken, ancak gözle görülür bir başarının olmadığı da bir gerçek. Şimdi yine bir at değiştirme dönemine gelmiş gibiyiz. Ancak bu kez derin, örgütlü ve pervasız bir gericilikle karşı karşıyayız. Biri Cumhuriyet, aydınlanma, ulus-devletten; diğeri hilafet, şeriat ve ümmetten yana iki paralel toplumun uzun süre birlikte yaşaması ya da birbirine uzun süre katlanması pek mümkün görünmüyor. Birinin kendi benzerlerini diğerinin içinde bulup ittifak kurma ya da bu iki ayrı âlemin ortak noktalarını keşfederek bir siyasi/ideolojik senteze ulaşma çabası boşunadır. Bu türden girişimler Mısır, Tunus, Cezayir gibi ülkelerde bile sonuç vermedi. Türkiye’de hiç vermez. Şeriat kanunları ile Devrim kanunlarını bir şekilde bağdaştıran kıvraklık 12 Eylül’de denendi zaten. Bu günlere oradan gelindi. Aslında bu yazıya başlarken aklımda Atatürk Spor Salonu’nda yapılan “Köklü Değişim Konferansı” vardı: “İslam düşmanı kâfirler 3 Mart 1924’te hilafeti kaldırmakla İslam’ı ilelebet tarihe gömdüklerini zannettiler. Bugün burada, yere düşen sancağı yeniden ayağa kaldırıyoruz... Allah’ın yardımı ve kudretiyle sizlere Anadolu topraklarından hilafetin ayak seslerini haber veriyoruz... Ankara Cumhuriyet kenti değildir.” Çok açık. Savaş ilanı gibi... Demek ki devlet taraf olmaktan çıkmış, söz bitmiş, sancaklar açılmış, sadece kılıçlar henüz çekilmemiş. Annem bugünleri görebilseydi şöyle derdi: “Evladım, memleket maalesef istikametini kaybetti, çocuğum.” |
|
Son Güncelleme ( Pazar, 13 Mart 2016 ) |